11 Aralık 2012 Salı

"O"



Yağmur yağıyordu.. Sakin bir melodi fonda eşlik ediyordu. Pencereden dışarıya baktı. Islanmamak için oraya buraya koşuşturan insanlarla doluydu. Ne garipti.. bu kadar insan, o kadar farklı hayat.. Hepsi bir an için bir araya gelse de, aynı hızla bambaşka hayatlara doğru birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Emindi ki hepsinin bir amacı vardı. Kimsinin ekmek parası, kimisinin çocukları, kimisinin kariyeri.. Peki ya kendisinin? Onun ne amacı vardı? Sadece yarına çıkmak.. Aslınada çıkamamayı daha çok istiyordu.. Havadaki kasvet içine çöktü, gri tonlarındaki ruh halini daha da koyulttu. Bir hışımla perdeleri çekerken tanıdık bir melodi yüreğini dağladı..

Where are you tonight?
Wild flowers in starlit heaven..

Sinirlendi. Bu şarkı nasıl karışmıştı ki listeye? Aylarca bütün anıları yok etmeye çalışmış, şimdi en acılarından biri bütün hücrelerine işlemişti. Kapandı sandığı yarasının aslında sadece defalarca üzerini sarmış olduğunu anladı. Şimdi ise; bütün sargılar aynı anda açılmış, açılırken de bütün acıları kalbini kanırtarak gün yüzüne çıkmıştı ..

Kapatamadı..
İçi parçalansa da, yüreği sıkışsa da kapatamadı.. Hatıralar gözlerinin önünden geçerken, bir yandan kanatıyor, bir yandan da merhem oluyordu. Bütün anılar canlanmıştı. Toprağa gömdüğü hazinesi pırıl pırıl karşısındaydı işte! Nazikçe kokladı onu. Hiç değişmemişti kokusu. Hala eşsiz, hala baş döndürücü.. Derin derin çekti içine. Çok özlemişti onu.. Sımsıkı sarıldı. Ayların özlemini bir kere de çıkarırcasına..

Elinden çekerek pencereye doğru çekiştirdi O. Bir yandan hasret giderirken, bir yandan da dışarıyı izlediler. Hiç konuşmuyorlardı.. Hava artık kasvetli değildi. Mevsim bahara dönmüş, içinin parlaklığı dışarıya da yansımıştı. Yağmur durmuş, insanlar mutlulukla amaçlarına doğru ilerliyorlardı. Onun da bir amacı vardı artık! O'nunla sonsuza kadar birlikte olmak..

Pencereyi açtı. Tatlı tatlı esen rüzgar suratını yalarken, O'nun kokusuyla karışarak bir kere daha başını döndürdü.. El ele tutuştular ve kendilerini sonsuzluğa bıraktılar..

Mutluydu, sonsuz mutlu..

O da..



10 Aralık 2012 Pazartesi

Kezban Sağlığa Zararlıdır!


Canlar,

Gönül ister ki yazdıklarım "aha! bunları kesin bir kadın yazdı", "yeaa tam bi kezbansın!", "troll olmaya çalışmış; ama onu bile becerememiş..", "of özentiye bağk. az bi keğndin ol kızıam ya." gibi yorumlardan, tanımlamalardan, kategorileştirmelerden uzak olsun hep.  Lakin her insan hata yapabilir. Ben şimdiden istemeden yaptığım ve yapacağım tüm gereksiz feminizm, kezbanlık, trollük ve çakmalıklar için özür diliyorum. Bundan böyle at gözlüklerimi takıp, olabildiğince özgün, şahsına münhasır, eğlenceli, dünyalar tatlısı, aşırı mükemmel, en fevkalade olmaya çalışacağım elimden geldiğince. Hadi hepsini geçtim de, "kezban" olmaya katlanamam. Biri benim hakkımda ciddi manada "kezban" tanımlamasını yaparsa kahrolurum, zındık olurum. Berduş olurum, üzerler. Ölesiye korkuyorum "kezban" olarak anılmaktan..
Şu hayatta bi arılardan çok korkarım, bi de kezbanlardan. Çünkü bir kezban planlıdır, beyninde 40 tilki dolanır. Kurar da kurar. İstediğine ulaşmak yolunda elinden geleni yapar, başaramazsa çirkinleşir. Gizledikleri çakılırsa, işi kezbanlığa vurur. İşte o vakit oradan koşarak uzaklaşın. Çünkü bir kezbandan daha tehlikeli bir şey varsa, o da "kaybeden kezban"dır. Kaybetmeyi öğrenmiş kezbanın artık korkacak bir şeyi yoktur. Her yol mübahtır onun için. Bu yüzden, bir kezbanla polemiğe girmeden önce iki kere düşünün. Onun çenesi beyninizi çiğner çiğner de hızını alamaz, yere tükürdüğü gibi tüm vücudunu yutup boynuna kadar çıkmış 2 metrelik çizmeleriyle eziverir..

"Kezban sağlığa zararlıdır!"

Peki nereden çıktı bu "kezban" sıfatı? Neden Kezban? Neden bir "Sıdıka, Şükufe, Fatma, Hayrunisa, Pelin(!)" değil?

Bence her şey Hülya Koçyiğit ile başladı. Köylü kızını canlandırdığı çoğu filmde ismi "Kezban". Kınalı yapıncak olan, saçları kesilen, konuşamayan, basma elbiseler giyen kız hep "kezban". Paris'e giden taşralı kızın adı bile Kezban! (bkz:kezban paris'te) Olayın özüne inmek gerek. Hangimiz bilmediğimiz yerlere gittiğimizde, kaybolduğumuzda ya da utanç verici bir hareket salıkverdiğimizde "Kezban Şırnak'ta", "Kezban otobanda",  "Kezban stadyumda" gibi cümleler kurmadık ki? Aslında bizim içimizde var kezban olma korkusu. Bu korkunun nedeni de aslında DNA'larımızda şifrelenmiş olan "dominant kezbanlık genleri"..
Fekat kontrolü elden bırakmamak gerek. Nice genç kızlar bu korkuyla yaşamaya daha fazla dayanamayıp, kezbanlık yolunda yitip gitmişlerdir. O yüzden kezban korkusunun bilincinde olmalı; lakin irademizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz..

Tüm  kadınlarımıza kezbanlaşmadan geçen, erkeklerimize de bok attıkları kezbanların burunlarında bitmediği bir ömür diliyorum!



Velkam tu hiyıea!

Kıyametin kopmasına günler kala, çalıştığım sıçmık işimden ayrılamadığım için Şirince'ye doğru yol da alamıyorum. Dedim madem kopmaya az kaldı, o halde "Ben de bir blog açayım. Diğer blog yazarlarından neyim eksik efendi? Fazlam bile var, bakma sen böyle göründüğüme hahhaaay sefam olsun!" dedim(zamanında anneyle günlere gitmenin kötü yanı) ve açtım. Yaptım bunu. Ne işime yarar emin değilim. Zira bugüne kadar çoğu sözlükte yazdım çizdim, 3-5 sağlam dost kazanmanın dışında hiçbir hayrını göremedim. Olsun. aklıma geldiyse vardır bunda da bir hayır. O değil de ben çok üşengeç bir insanım, 3 gün sonra bıkıp bir kenara atacağımı bile bile girdim bu yola. Neyse gari, yapıcek bir şey yok. Madem başladık, o halde hakkını verelim. Haydi bakalım hoş buldum mademse! Seffaağm olsun!



SİZ DE HOŞ GELDİNİZ!